TÜRKİYENİN ORTADOĞULULAŞTIRILMASI VE SURİYELİ ÇOCUKLARIN EĞİTİMİ
Bu yazı, “TÜRKİYENİN ORTADOĞULULAŞTIRILMASI VE SURİYELİ ÇOCUKLARIN EĞİTİMİ” isimli raporun “SURİYELİ ÇOCUKLARIN EĞİTİM VE PSİKO-SOSYAL DURUMU” bölümünü içermektedir:
Suriye’nin eğitim sistemi İslam dünyasında uzun ve köklü bir geleneği barındırmaktadır. Emevilerden itibaren Şam önemli bir bilim merkezi olarak dünyanın dört yanından gelen bilim insanlarının toplandığı ve kendine özgü eğitim geleneği olan bir şehirdir. Nitekim bu durum günümüzde de devam etmektedir. Bunda uygulanan rejimin de etkisinin olduğu yadsınamaz. Arap dünyası içinde temel eğitimin en iyi verildiği ülke, Suriye’dir.
BM verilerine göre, Suriye’de 2004’te genç nüfusun okuryazarlığı % 92.5, ilköğretim öğrenci oranı %95, yetişkin okuryazarlığı 2005’te %80.8 idi. Bu haliyle Suriye geçmişte eğitim sorununu çözmüş görünmektedir.
Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıların % 33’ü okur-yazar değil, %26’sı beyan etmemiş, %13’ü diplomasız okur-yazar, % 16.5’i ilkokul ve dengi okur-yazar, % 6.5’i ortaokul dengi, % 5.6’sı lise ve üstü eğitime sahiptir (Gencer, 2017). Hal böyle olunca, Türkiye’ye gelen sığınmacıların da birtakım eğitimleri almış olmaları gerekirken, ne yazık ki bize gelenlerin içinde okur-yazar olmayanlar bile bulunmaktadır. Bu da “kültürlüsünü Avrupa alıyor, kültürsüzü bize kalıyor” algısını doğrulamaktadır. Türkiye açısından, bu durum dikkate değer bir başka sorunu oluşturmaktadır.
Max-Neef (1991) dokuz önemli ihtiyaçtan birisi “anlama” ihtiyacıdır der. Bu ihtiyaç doğru bilgiye ulaşım hakkı ve eğitim hakkını vurgular (anadilde ve göç edilen ülkenin dilinde).Okur-yazarlık, (ihtiyaca, kültüre ve farklılıklara duyarlı eğitim yöntem ve politikası), kültürel yetkinliği olan öğretmenler ve iletişim politikası gibi temel öğelerin varlığını gerektirir. Anlama ihtiyacının etkileşim ortamı, başta aile, arkadaş ve okul çevresi olmak üzere bilgilendirici etkileşim mekanizmaları, üniversiteler, akademik gruplar ve topluluklardır.
Eğitim, temel insani ihtiyaç ve etkili insan yetiştirme aracı olmasına karşın, savaş, doğal afet vb. durumlarda ilk ara verilen insani faaliyet olmaktadır. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Kurulu (BMMYK) 2018 verilerine göre, Türkiye’de 1.5 milyon civarında eğitim çağında sığınmacı çocuk bulunmaktadır. Ülkemiz bu çocuklara gerekli ve yeterli eğitimi vermek için çabalarını sürdürmektedir.
Suriyelilerin yarıya yakınının çocuk olması nedeniyle, eğitimleri de bir takım hukuki, politik, yapısal ve yönetsel zorlukları barındırır. Bunlar; 1) Acil durumda eğitim ilkeleri, zorlukları, faydaları; 2) Eğitim yardımlarının yasal ve etik temelleri; 3) Eğitim yardımlarının durumu, olarak sıralanmaktadır.
Acil durum eğitimleri acil durumun ortaya çıkışından başlayıp, iyileştirme süresince devam eder. Strateji acil duruma göre değişir. Savaş ve çatışmalarda öğrenci ve öğretmen ile personel ölür ya da yerlerinden edilir. Okullar ya riskli olur ya da yıkılır, güvenlik önem kazanır ve önlem gerekir. Ülkemizde de, acil durum çözümü olarak tasarlanan Geçici Eğitim Merkezleri (GEM) eğitim politikası ihtiyaçlarını orta ve uzun vadede artık karşılayamaz hale gelmiştir.
Bu çerçevede, okul sosyal hizmeti önemli olup, psiko-sosyal gelişim süreci desteklenmelidir. Sorunlar koruyucu-önleyici yollarla çözülmeli, mevcut sorunlar en aza indirilerek, çocuk riskli durumla karşılaşmadan önce korunması sağlanmalıdır. Okul sosyal hizmeti, çocuğu ve çevresini, öğrenme bariyerlerine ve risklere karşı koruyucu önleyici bir perspektifle ele alarak, ailesi ile çalışır, aileye ulaşmayı önemserse sorun daha kolay çözülebilir.
Kamp dışındaki Suriyeliler, dil konusunda son derece tutucudurlar. İş ortamlarında kapalı toplumsal yapıda kalarak kendi alışkanlıklarını sürdürüp, kendi dillerini konuşup Türkçe öğrenmeyi istememektedirler. Bunlar, yerel halkla yaşadığı için mevcut okula gitmekte, bu da sosyal entegrasyon sağlanmadığı için paradoks yaratmaktadır.
Yerel halk, Suriyelilerin “şahıslarına, ailelerine zarar vereceklerinden endişe ettikleri için onlarla komşu olmak” istemediği gibi, çocukları da Suriyelilerle oynamak istememekte, öğretmenler yerel halktan çekindiği için yabancılara düşük not vermektedir. Halk, çocuklarının Suriyelilerle birlikte oturmasını, oynamasını pis ve hastalık kaynağı oldukları düşüncesiyle onaylamamaktadır. Bunlar sorun ve çözümsüzlük oluşturan konulardır. Bu da eğitimin kalitesini olumsuz yönde etkilemektedir.
Bu çocukların tamamı savaşın psikolojik, sosyal ve pedagojik etkilerini yaşayarak büyümüşlerdir. Çok azı eğitim olanaklarından yararlanma şansına sahiptir ve bulundukları okullarda sürekli korku içinde, umutsuz ve şiddete meyilli bireyler olarak göze çarpmaktadırlar. Suriyeli çocuklarla aynı okul ve sınıflarda okumak durumunda kalan öğrencilerin bu durumdan olumsuz etkilendiği muhakkaktır. Ana dili dışında eğitim dili Türkçeyi anlamayan ve konuşamayan Suriyeli çocuklar, öğretmenleri ve akranlarıyla iletişim kuramamakta, ders ve oyunlara katılamamaktadırlar.
Korku ve tedirginliğin Suriyeli çocuklarda sürekli bir duygu olarak yerleştiğini ifade eden öğretmenler, sınıf içi etkinlikler ve oyunlarda Suriyeli çocukların akranlarıyla belli bir mesafede durmaya dikkat ettiklerini gözlemlemiştir. Derdini anlatamadığı ve söylediklerini anlamadığı akranlarına karşı okul içinde ve dışında şiddet uygulayan Suriyeli çocukların aileleri ile Türk öğrencilerin velileri arasında zaman zaman gerginlikler yaşandığı öğretmenler tarafından belirtilmektedir. Öğretmenler, Suriyeli çocuklarla aynı sınıfta okumak zorunda olan Türk öğrencilerde de şiddet eğilimlerinin arttığını gözlemlemişlerdir. Öğretmenler tarafından dikkat çekilen bir başka konu ise Suriyeli öğrencilerin okula gelişlerinden itibaren geçen üç yılda, sınıflardaki Türk öğrencilerin akademik başarı ortalamalarının düşmesidir.
İlköğretim ve ortaöğretime devam eden 10 milyon 212 bin 683 Türk çocuk, öz bakım becerilerini dahi kazanamamış, karşılaştığı sorunları şiddet yoluyla çözme eğilimindeki bir milyonun üzerinde Suriyeli akranıyla aynı ortamda büyümek ve akademik gelişimini sağlamak zorunda bırakılmıştır. Bu durum Türkiye’nin gelecek nesillerinde, onarılması mümkün olmayan psikolojik, akademik ve sosyo- kültürel travmalara yol açacaktır. Bütün bu olgular nedeniyle, Türkiye’deki Suriyeli sığınmacılar; eğitimden ekonomiye, sosyal hayattan demografiye kadar geniş yelpazede ele alınması gereken bir ulusal güvenlik sorunu oluşturmaktadır.
Bu gibi sorunları aşmak için, planlı bir süreçle yerel halkla birlikte eğitim görürken iki taraf çocuklarına da psikolojik destek sağlanması yararlı olacaktır. Bunun için, çocukların davranışları gözlenmeli, öğretmenleri özel olarak eğitilmelidir. Çünkü sığınmacılar krizde daha duygusal ve fiziksel riske karşı hassastırlar. Bu konu, önemli bir sorun alanlarından birini oluşturmasına karşın, ülkemizde henüz yeterince yer bulamamıştır.
Bir cevap yazın